Uruşlem (Kudüs) kilisesinden sonra kurulan Antakya Kilisesi, Hıristiyanlığın ilk kilisesi olma ayrıcalığına sahiptir. Süryani Kilisesi ise Antakya'da havariler tarafından kurulan bu kilisenin mirasını taşır.
Hıristiyanlığın doğuşuyla birlikte kurulan üç büyük ruhani kilisenin ilki olan ''Antakya Kürsü''sü, 37 yılında, Havarilerin Başı Aziz Petrus tarafından Antakya'da kuruldu.
Roma İmparatorluğu siyasi yönden, sevk ve idareyi, Roma, Antakya, ve İskenderiye gibi üç büyük başkentten yürütürken, kilise de, ruhani yönetimi bu üç büyük başkentte kurulu ''üç kürsü'' merkezinden yapıyordu. İstanbul'daki ''kürsü'' 4. yüzyıldan sonra, imparatorun saygınlığı için kurulmuştu.
Antakya Kürsü'sünün yetki alanı, ırk ve kültür ayrımı gözetmeksizin bütün Asya ve bütün doğudaki Hıristiyanlığı kapsıyordu. En parlak döneminde, bu topraklar üzerinde faaliyet gösteren 12 metropolitlik ve 137 episkoposluk() merkezine başkanlık etti. 9'uncu ve 10'uncu yüzyılda, 20 metropolitlik ve 103 episkoposluk merkezine başkanlık ettiği bilinmektedir.
Süryani kaynaklarına göre, Antakya Kürsü'sünün ilk patriği Aziz Petrus'tur. İkincisi, Afudyos, üçüncüsü ise, İğnatius Nurani'dir. Şu anda bu Kürsü'de oturan Süryani Ortodoks Kilise'sinin Genel Başkanı Mor İğnatius I. Zekka Iwas, o tarihten bugüne kadar süregelen silsilenin 122. yasal patriğidir.
4. yüzyıla gelindiğinde bu üç elçisel kürsüye (Roma, Antakya ve İskenderiye) ''episkoposluk'' lakabı verilirdi. Antakya Kürsü'sünün Episkoposu 451'de ''patrik'' ünvanına kavuştu. İskenderiye Kürsüsü'nün Episkoposu (3. yy'ın ilk yarısında), ve Roma Kürsü'sünün Episkoposu da, (6. yy'ın ilk çeyreğinde) ''papa'' ünvanını aldı. 6. yüzyılın son çeyreğinde, Yunanlılar, İstanbul Kürsü'sünün Episkoposuna ''patrik'' lakabını verdiler.
13. yüzyıla kadar, Elçisel Antakya Kürsü'sünde oturan Süryani patrikleri, şahsi adları ile çağırılırlardı. 1293'te Mardin Metropoliti Yusuf Vahib patrik seçilince, İğnatius Nurani'nın isminden esinlenerek, şahsi isminin önüne ''İğnatius'' lakabını getirdi. O tarihten sonra takip eden bütün patrikler bu ''İğnatius'' lakabını kullanmaya başladılar.
Patrik Mor Severius'un dönemine (518'e) kadar, patriklik kürsüsü Antakya'daydı. Politik nedenlerle yeğinleşen Bizans baskısından ötürü, 7. yüzyıla kadar Antakya dolaylarında gezici bir konuma düştü. Bu tarihten sonra, göçmen gibi bir yerden bir yere kaçmak zorunda kalarak, Antakya ve Malatya dolaylarından Amid ve Mardin'e geçti. Malatya dolaylarındaki Mor Barsavmo Manastırından sonra Amid Meryemana Kilisesine taşındı. 1293 yılında İbni Vahip olarak bilinen Patrik V. İğnatius döneminde resmen Deyrulzafaran Manastırına yerleşti. 1932'de Patrik I. Afrem Barsavm tarafından Hums şehrine taşındı. 1958'de III. Yakup patrik tarafından -şu anda bulunduğu- Suriye'nin başkenti Şam'a nakledildi. Süryani Kilisesinin bu kürsüsü Şam'da olmasına karşın, hala ''Antakya ve Tüm Doğu Patrikliği'' ünvanını onurla taşımaktadır.
Kilise içinde baş gösteren dogmatik sürtüşmeler, birçok olumsuzluğu da beraberinde getirdi. Hiçbir şey özgün yapısında kalmadı. Uzlaşmazlıklara ve kristolojik tartışmalara dönemin politik oyunları ve siyası ihtirasları eklenince, Süryani halkı gibi, bu kürsünün ''tekliği'' de sarsıldı ve aynı isimle yedi kürsüye ayrıldı.
Coğrafi konumu itibariyla, ilk dönemlerde Antakya Süryani Kilisesi, batı ve doğu olmak üzere iki kola ayrılıyordu. Batı Süryanilerinin oluşturduğu kilise, Roma İmparatorluğun egemenliği altındaki topraklarda (Suriye, Filistin, Lübnan ve Anadolu'da) yaşıyordu. Ve ruhani yönden doğrudan Antakya kürsüsüne bağlıydı. Doğu Süryanilerinin oluşturduğu kilise ise, Perslerin egemenliği altında Mezopotamya, İrak, Azerbaycan, Türkistan, İran ve Hindistan'da yaşıyordu. Bu kilisenin ruhi idaresini Antakya patriklik kürsüsüne bağlı katolikos veyahut mafiryan isminde genel bir episkopos yürütmekteydi.
5. yüzyılın sonlarına kadar, bu kilisenin dini merkezi (mafiryanlığı) Medain'deydi (bugünkü Irak). Ancak İstanbul patriği Nastur'un bu yüzyılda lanse ettiği ve genel kilise doktrinine aykırı düşen öğretisini benimseyen bir bölüm Süryaniler, bu merkezden ayrılarak, yine Madain'de kendilerine bağımsız bir merkez kurdular. Ve 762'de bu merkez, Bağdat'a taşındı. 1553'te Doğu Süryani Kilsesinin bu merkezinden ayrılarak papaya bağlanan kiliseye Keldani Kilisesi ismi verildi. 1713'te merkezi Bağdat'ta bulunan bu kilisenin patrikliğine de ''Babil Patrikliği'' ismi verildi.
4. yüzyıla kadar yasal bir patrik tarafından yönetilen Antakya ''kürsüsü'', 518'de Bizansların hışmına uğradı. Baskı ve şiddetle kürsüyü istila eden Bizanslılar, dönemin patriği Mor Severius'u sürgüne yollayarak, yerine yasal olmayan Kalkedoncu (Kadiköy konsili yandaşı) üç patrik getirdiler. İllegal bu üç patrikten sonra, 543'te Melkit (Malkoye) patrikliği (Rum Ortodoks Kilisesi) başlamış oldu. 7. yüzyılda, Melkit Patriklik kürsüsünden bağımsız Maruni Patrikliği kuruldu. Bu kürsü, 13. yüzyılda Roma Kilisesine bağlandı. Daha sonra Melkitler tekrar bölünerek, 1824'te Katolik Melkit patrikliğini (Rum Katolik Kilisesi) kurdular. 17. yüzyılın ortalarında da Süryani Katolik patrikliği doğdu. Acıdır ki, bütün bu kürsüler, günümüzde ''Antakya ve Tüm Doğu Patrikliği'' ünvanını taşımaktalar.
13. yüzyılın sonlarında, Patrik Filüksinos Nemrud'un vafatı üzerine, ana kürsü merkezinden bağımsız ''Mardin ve ve Turabdin'' patrikliği isminde yeni bir patriklik kürsüsü kurulmuşsa da, Malatya Metropoliti Kostantin'in 1292'de ilan ettiği bu patriklik kürsüsü, devam edemedi. Sözkonusu kişinin vefatıyla son buldu. Ancak iç çalkantılara sağduyudan uzak idari yaklaşımlar eklenince, 1364'te ''Turabdin Patrikliği'' ismi altında bir başka kürsü kuruldu. Turabdin'deki Salah Mor Yakup Manastırını kendisine merkez seçen bu patriklik kürsüsü 1839'a kadar devam etmiştir. (2)
İnanç, dogma ve liturjik alandaki etkin hizmetleriyle Hıristiyan alemi içinde saygın ve köklü bir konuma sahip Antakya Süryani Kilisesi'nin, bölünmeler nedeniyle yedi bağımsız kiliseye ayrılmiş olması, çok düşündürücü bir olaydır. Aynı budunsal kökene, aynı kilise liturjisine (tıks) aynı dile (Süryanice), aynı tarihsel kültüre sahip bu kiliselerin ''tek sürü ve tek çoban'' (Yunanna 10:16) şiarının altında yatan Mesihi mesajın inceliklerinde birleşecekleri günün hayalini canlı tutmaktan ruhsal büyük bir haz alıyorum. Çünkü Mesihi anlamda sağduyulu düşünenler, elçisel ve kutsal bir ''kürsü''de ancak bir patrik oturabilir gerçeğiyle uluorta yüzleşmekten kendilerini alıkoyamazlar.