USTMENU
  Aden Bahçesi (Fardayso) Hakkında - 31.12.2007

 

Alman Kanalı ARD’nin Aden Bahçesi (Fardayso) Hakkında Mardin Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen’le yaptığı röportajın Türkçe çevirisidir. Almanya’da Almanca olarak yayınlanmıştır.

 

Sorulan soruya ceveben:

 

Metropolit Saliba: Öncelikle Deyrulzafaran Manastırı’dan Mardin Süryani Metropolitliğinden bu konuşmayı seyredecek herkese ve özellikle Süryanice konuşanlara selam, sevgi ve saygılarımızla birlikte hayırdua ve bereketler yolluyoruz.

Aden Bahçesi (fardayso), Süryanice geleneğine göre insanlığın eski dönemlerinden yani ilk yaratılıştan geliyor. Yaratılışın isimlendirmeleri Süryanice’dir.  Adem, ‘odamtho’dan geliyor. Süryanice’de kırmızı toprak anlamında. Havo (Havva) ise yaşayan herkesin anası anlamında. Tarihsel süreç içinde Kutsal Kitap’tan bize miras kalan isimlerden birisi, hoş olan her şeyin ve güzelliklerin bahçesi anlamına gelen ‘Fardayso d’Aden’ (firdevs) yani Aden Bahçe’sidir. Sürayanice’de Ganath Eden ismiyle de biliniyor. Bunun kaynağı yaratılıştan yani Tevrat’tan geliyor.

Kilise Babalarına göre, Aden Bahçesi Allah’ın iki nehir (Dicle ve Fırat) arasında yarattığı ruhani bir yerdir. Kutsal Kitap’ta iki ayrı nehrin ismi de geçiyor. Bunlar Seyhan ve Ceyhan nehirleridir. Özellikle Dicle ve Fırat arasındaki coğrafya insanlık tarihinde çok önemlidir. Farklı mezheplerimizle biz Süryaniler için kutsal bir yerdir. Çünkü kilise babaları ‘fardayso’ olarak bilinen Aden Bahçesini burada gösteriyor. Bu konuda farklı yorumlar var. Aden Bahçesi, birilerine göre, yerde ve bu iki nehir arasında yani Mezopotamya’dadır. Bazılarına göre, yer ile gök arasında bir yerde. Bazıları da Aden Bahçesini yerim etrafında olduğunu söylüyor. Süryanice konuşan biz Süryaniler için Tevrat’ta yani yaratılışta kullanılan bütün isimlerin Süryanice olması, bizim için ayrı bir öenme sahiptir. Farklı tarihsel isimlerimizle  Mezopotamya topraklarında yaşayan Süryani halkı olarak bununla gurur duyuyoruz. Çünkü biz Süryanilerin cibiliyeti bu topraklardan. Burada doğduk. Burada yaşadık. Ve burada ürettiklerimizle insanlığa hizmet sunduk. Yalnız bize göre değil, birçok düşünüre ve yazara göre,  meleklerin, Adem ve Havva’nın dili Süryanice idi. Bu Süryanice dili günümüze kadar, sözkonusu Dicle ve Fırat arasındaki bu Mezopotamya topraklarında hala konuşuluyor.

Adem Bahçesi, iki anlamda kullanılıyor. Kavramsal olarak, yani Adem ve Havva’nın Allah tarafından yerleştirildiği yer. Ruhsal anlamda ise, fani dünyadan göç eden insanın Kiyamet öncesinde gideceği yer. Yani Allah’ın iradesini tamamlayan iyi insanların, azizlerin ruhani meskenidir Fardayso veyahut Aden Bahçesi.

 

Su ile ilgili soruya cevaben:

 

Metropolit Saliba: İnsanlık tarihinde suyun iki anlamı var. Birincisi, su temizlik gibi işlevlere sahip. Yani arınmanın ve temizliğin göstergesi. İkincisi ise, bitkileri sulama gibi hayat verici işleve sahip olması. Su yaşamdır. Suyun olduğu yerde yaşam vardır. Ruhsal açıdan ise somut bir madde olarak, insani kirliliği temizleyen ruhani çağrışımlar içeriyor. Onun için İsa Mesih’te Yahanna’nın vaftiziyle suyun vaftizini kutsallaştırdı. Mesih’ten esinlenen kilise bunu bir sır olarak benimsedi. Ve bu vaftiz sırrı, ruh ve suyla oluyor. Su her ne kadar somut bir medde gibi algılansa da, aslında ruhani gizmelere sahiptir. Vaftiz ile babamzı Adem’den gelen İrsi günahtan arınıyoruz.

Fardayso’dan yani Aden Bahçesi’nden akan bu iki nehrin (Dicle ve Fırat) insanlığın hayatında önemli rollere sahip. Bu bağlamda suyun rollerinden bazıları vaftizle gelen bereket ve kutsallık. Özellikle Murun’la bu bereket ve kutsallık pekişiyor. Ayrıca sulama ile suyun bereketi ortaya çıkıyor. Bazen su, insanlara yıkım da getiriyor. Bir yandan kurtuluş sağlarken, öbür yandan yıkım veriyor. Suyla vaftiz olduğumuzda, bitkileri suladığımızda, kurtuluş veriyor. Günaha sürüklendiğimizde de (Hz. Nuh’un tufanında olduğu gibi) insanlığa yıkım getiriyor. Biz Mesihilere, Yahudiler ve bütün inançlar için tufan olayı bir realitedir. Tufanın büyüklüğü konusunda farklı görüşler var. Dinsel-kilisesel geleneğimize göre, su ile gerçekleşen tufan, insanlığı yıkıma uğrattı. Tufanın bu suyu insanlığın günahını yıkadı, temizledi. Ve yeni bir hayatın başlangıcı oldu.

 

Süryanice dili hakkında

 

Metropolit Saliba: İsa Mesih’ten önceki dönemlere gidilecek olursa, Aramice-Süryanice insanlık tarihinin eski ve hatta en eski dilidir. Daha önce söylediğimiz gibi, bu dilin yaratılışla başlayan izleri var. Adem, Hava, Şith gibi birçok isim Süryanice kökenlidir.

Süryanice, -(eski, orta ve son periyot olmak üzere)- üç önemli tarihsel periyota sahiptir. Son periyot Aramice’dir ve genel bir tanımlamayı içeriyor. İbranice, Arapça ve bugün kullandığımız Süryanice, bu son periyotta. Eritriya dili de sami dillerin karışımından oluşan bir dil. Bu dört dil, Aramice’nin uzantılarıdır. Ve bu bizim dilimiz ve tarihimizdir. Bugün kullandığımız Süryanice ile 1600 yıllık yapıtları okuyabiliyoruz. Bu dil, kilise ile beraber gelişti ve serpildi. Süryanice Hıristiyanlık teolojisinde çok güçlü. Dolayısıyla Hıristiyanlık kültürünün ve tarihinin de dilidir. Yunan klasiklerinin ve eserlerinin Süryanice’den Arapça’ya aktarılması da ayrı bir önem veriyor Süryaniceye. Atalarımız 7. 8. 9. yüzyılda Yunanca’dan Süryaniceye çevirdiklerini Arapça’ya tercüme etmeyi ihmal etmediler. Dolayısıyla Süryanice yunan uygarlığının Arab alemine ulaştırılmasında bir köprü rolü oynamıştır. Oynadığı bütün bu olumlu rollere karşın bugün politik bir dil olduğunu söyleyemeyiz. Arap fetihlerinden sonra zayıflayan Süryanice tarihsel özelliklerini kaybetmeden Süryanice daha çok kilise dili ve kilise literatüründe kaldı. Tarihsel olayların yazıldığı bir dil kaldı. Süryani ataları insanlık tarihini süryaniceyle bize aktardılar. Özellikle 13. yüzyıla kadar bu gelişim devam etti. Bu yüzyılda Süryanilerden çok önemli şahsiyetler parladı. Malatyalı Abulfarac (Bar Ebroyo), Bar Ebroyo’nun kardeşi Patrik Mor Mikoyel Rabo gibi Süryani Hıristiyanlığının beşiği birçok Malatyalı bilgin buna örnektir. Bu yüzyıldan sonra savaş ve zorluklar nedeniyle Süryanice kilise çevrelerinde bile zayıflamaya başladı. Sönükleşerek günümüze yani son yüzyıla vardı. Bu son 20-30 yıllık süreç içinde Süryanice’de bir canlanma göze çarpıyor. Süryanice dergiler, kitaplar vb. yayımlanmaya başlandı. Biz burada Türkiye’de Mardin’de Kurkmo dergisini yayımlamaya başladık. Amaç Süryanice’nin yeniden dirilmesi ve yazı dili olmasıdır. İki nehir arasında (Bethnahrin, Mezopotamya’da) çok az insanın bu dili konuşuyor ve yazıyor olması bizleri üzüyor. Farklı adlandırmalara rağmen Mezopotamya’da kalan biz Süryani’ler, imkanlar dahilinde Süryanice’yi yaşatmak ve geliştirmek için çaba gösteriyoruz. Onunla yazıyoruz, çiziyoruz. İstiyoruz ki kültürel hizmetleriyle bütün insanlığa ışık olmuş bu dilin sönmemesi. Modern Yunan Uygarlığının Orta Doğu ve Avrupa’ya geçişte köprü rolü oynayan bu dilin ölmemesi. Bu konuda ne kadar başarılı olacağımızı zaman ve koşullar gösterecektir. Mesih’in, Meryem Ana ve Resul’ların ağızlarıyla kutsanan bu dilin beşiği Urfa ve Turabdin idi. İsteğimiz ve ricamız odur ki Süryanice’yi konuşan ve seven insanların yüzlerini Bethnahrin’e çevirmeleri. Bazı kilise babalarına göre ölümden sonra gideceğimiz Ferdeyso’nun (Aden Bahçesi’nin) olduğu bu yere maddi ve manevi yardımlarıyla, katkılarıyla ve ziyaretleriyle sahip çıkmaları. Ve hatta bunu temelli yerleşmeye kadar vardırmaları. Çünkü bu topraklar terk edilecek bir yer değildir. Esas işimiz ve amacımız bu olmalı.

 

Yeni bir soruya cevaben:

 

Metropolit Saliba: Eski ahidin anlayışına ve teolojik yaklaşımına göre Allah bütün yaratıkları yarattıktan sonra cennet bahçesini yaratmış, Adem ve Havva’ı buraya yerleştirmiştir. Süryanice’de Fardeyso (Ganath Busome) olarak bilinen bu cennet bahçesinde her türlü meyve ağacı vardır. Ganath Busome yani bütün hoşlukların ve güzelliklerin bahçesi anlamına gelen bu yer hangi anlamda ele alınmalıdır? Kuramsal veyahut ruhani anlamda? Ruhani olarak cennet bahçesi Adem ve Havva’nın rahatlaması için yaratılmıştır. Tevrat’a göre Allah Adem ve Havva’yı bu Aden bahçesine yerleştirdiği zaman onlara bir sınırlama koydu. Birisi hariç diğer bütün meyvelerden yiyebilirlerdi. Bu meyve ağacının ne olduğu konusunda farklı yorumlar var. Birilerine göre elmadır, birilerine göre de incirdir. Bazı yorumlar ise bunun tamamen ruhani bir anlam olduğunu söylüyor. Yani Allah Adem’e kırmaması için bir emir verdi ama Adem bu emri kırdıktan sonra ruhani izzetten soyutlandığı, kendisini çıplak görerek yere atıldığı şeklindedir. Günah sayesinde bu ruhani izzetten soyutlandığı gördüğü andan itibaren atılmışlık ve dışlanmışlık hissine girdi. Tabi bu atılmışlık ve dışlanmışlık ruhani anlamda olmuştur. Gökten yere atılmışlığı göstermiyor. Aynı bahçede her şeyi bedensel gözle görmeye başlamasıdır. Burada artık her şeyi öz çabasıyla ve öz emeğiyle yaşaması gerektiğini gördü. Toprak vs. işlenecektir. Yani yaşamını ve geçimini alın teriyle kazanmasının sağlamasını hissetti ve gördü. Burada Aden bahçesi iki boyutlu olarak ortaya çıkıyor. Birincisi ruhanidir ve Allah’ın emri çiğnenmeseydi bu boyutun nasıl olacağını kestiremeyiz. Yalnız Adem ve Havva mı yaşayacaktı? Bu yaşama tarzı nasıl olacaktı bunu bilemeyiz. İkinci boyut ise şuanda yaşadıklarımızdır. Bu Ferdeyso’yu nasıl işleyeceğiz, nasıl üreteceğiz ve nasıl yaşayacağız? Kavramsal olarak Ferdeyso (Aden Bahçesi) kelimenin tam anlamıyla Bethnahrin’in (Mezopotamya) ta kendisidir.

 

Harran’la ilgili soruya cevaben:                

 

Metropolit Saliba: Tevrat’ta Harran’ın çok önemli bir yeri var. Kabilelerin ve insanların babası Hz.İbrahim, Hz.İshak, Hz.Yakup vs. Harran’da yaşadı. Aramiler’de Harran’da yaşadı. Süryanice’de Urhoy, Yunanca’da Edessa olarak bilinen bugünkü Urfa Süryani tarihinde çok önemli bir yere sahip. Kutsal kitap, Kudüs, Filistin, Lübnan ve Türkiye Mezopotamya’sından ve Suriye’den bahsedilir. Bu coğrafik izlenimler Kutsal kitapta çok geçen isimlerdir. Hıristiyanlığın erken döneminde Süryaniler Hıristiyanlığı kabul edince daha ilk yüzyılda Urfa Kral Abgar aracılığıyla Hıristiyanlığı kucaklıyor ve rolünü oynamaya başlıyor. Aynı şekilde Urfa’ya bağlı olan Harran’da bu rolü üstlenmiştir. Urfa Süryani kültürünün gelişmesinde ve Süryanice eserlerin çoğalmasında önemli çalışmalara imza attı. Arapların bölgeye gelişine kadar, yani 7. yüzyıla kadar bu devam etti. Arap fetihleriyle beraber Arapça Süryanice’nin yerini almaya başladı. Dolayısıyla 7. yüzyıldan sonra Süryanice’nin zayıfladığını görüyoruz. Mezopotamya’nın bu izleri ve etkileri yavaş yavaş azalmaya ve zayıflamaya yüz tuttu. 4.yüzyılda Urfa’da Süryani kilisesine bağlı 300 manastır vardı. Turabdin (Mardin bölgesi), Adıyaman, Malatya, Elazığ civarlarında da vardı. Bu coğrafyada Süryani kültürü çok genişlemişti. Bu Batı Süryanice’si açısından. Doğu Süryanice’si açısından da eskilerin tabiriyle Pers topraklarındaki Süryaniler de çok gelişmeler tarihte iz bırakmıştır.

 

 

   

MANASTIR

 
VAKIF

MANASTIR

 

METROPOLİTLİK

PATRİK

GÜNCEL-MALİ B.

 

İLETİŞİM
Deyrulzafaran Manastırı -
Mardin / Türkiye
Tel: +90 482 208 10 61- 62
Faks: +90 482 208 10 63
E-Mail:
info@deyrulzafaran.org
Tasarım : Faruk Güneş
Bu site ; Mardin Süryani Kadim Deyrulzafaran Manastırı ve Kiliseleri Vakfı Resmi Tanıtım Sitesidir. Başka kurum ve kuruluşların görüş ve fikirlerini yansıtmaz.