|
Süryanilere dokunmayın
-
22.11.2012 |
|
Bilimsel birikimi dedik, zira MS
243’ten itibaren Süryaniler kendilerini ilahiyat ve bilime vermişler ve Süryani
din ve bilim adamları, tarih, edebiyat, tıp ve felsefede çok önemli çalışmalar
yapmaktan gayrı, eski Yunan bilimsel metinlerini ve klasiklerini Arapçaya
tercüme ederek, Abbasi döneminde Bağdat’ta İslam’ın ‘Altın Çağı’na damga
vurmuşlardır. Abbasi Halifelerinin en önemli danışmanları Süryani ya da aynı
etnisiteyi ifade eden Nestoryanlar idi.
Süryaniler, dünyanın en eski bilim merkezleri arasında sayılan Nisibis
(Nusaybin) ve Harran üniversitelerini de kurmuşlardı. Bugün Mardin Artuklu
Üniversitesi’nde ‘Süryani Dili ve Edebiyatı’ kürsüsünün kurulması,
Mezopotamya’nın kadim geleneğini canlandırmak amacına yöneliktir. Bu konuyu
üniversite rektörü ile defalarca konuştuk.
Bu arada Aramicenin (Süryanice), Hz. İsa’nın, annesi Hz. Meryem’in ve tüm
havarilerinin konuştuğu dil olduğunu biliyordum. Hz. İbrahim’in de dili
olduğunu yakınlarda öğrendim. Hrant Dink Vakfı’nın bir toplantısında konuşan
Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Sait
Susin şöyle demişti:
“Üç semavi dinin iman babası kabul edilen Hz. İbrahim’in konuştuğu, İncil’in
ilk nüshalarının yazıldığı Aramicenin tek yaşayan lehçesi Süryanice şimdiye
kadar yanlış bir uygulama ile azınlık kabul edilmeyen Süryanilerin okul
açmasına, anadilini öğrenmesine izin verilmediği için unutulma noktasına
gelmiştir.”
Bu sözler bana 15 yıl önce, Midyat’ta bir kilisede Süryani din adamıyla aramda
geçen diyaloğu hatırlatmıştı. Tarihi kilisenin girişinde dev büyüklükte, kalın
bir Kutsal Kitap görmüştüm. Parmak iriliğinde harfle yazılmış, çok eski,
kilisenin adı gibi ‘Kadim’, paha biçilmez değerde, elyazması bir Kutsal Kitap.
Kilisenin papazı yanıma yaklaşmış, “Aramice bir Kutsal Kitap bu Cengiz Bey”
demişti, “Ne yazık ki bu dil kaybolup gidiyor. Lozan’da dini azınlıklar
arasında kendimizi kaydettirmediğimiz için biz azınlık sayılmıyoruz.
Anadilimizde eğitim yapamıyoruz ve kaybolup gidiyoruz.”
Uzun Osmanlı yüzyıllarında, Mezopotamya ve Anadolu’nun ‘kültür harmanı’
niteliği korunmuştu. Kimlikler, başkasının içinde erimeden, eritilmeden
kendileri olarak kalmışlardı. Ne de olsa Osmanlılar, bir imparatorluk idi ve
imparatorluk, adı üzerinde ‘homojenite’, ‘tek türlülük’ barındıramazdı.
Çoğulluğu barındırmak zorundaydı; aksi halde imparatorluk olmazdı.
Kemalist ulus-devlet projesi ise homojenliği esas aldığı için Türkiye
topraklarının tarihindeki her türlü zenginliği silip modernleştirmek adı
altında ülkeyi bir ‘arkeolojik çöl’e çevirmeye yöneldi. Bu ‘kültürel
soykırım’dan nasibini en fazlasıyla alanlardan biri Süryaniler oldu.
Aslında onlar, ‘fiziki soykırım’dan da nasiplerini almışlardı. Örneğin Birinci
Dünya Savaşı sırasında –en ziyadesiyle 1915’te- on binlerce Süryani Ortodoks
(Kadim) ve Süryani Katolik, İttihatçı cinayetlerle öldürüldü. Sayıları azaldı.
Kilise merkezleri Türkiye sınırlarını Cumhuriyet’in ilk yıllarında terk
ettiler.
Süryani Kadim Kilisesi’nin patriklik makamı Mardin’in yanı başındaki, 493
yılında inşa edilmiş olan Deyr üz-Zafaran’daydı. 1160 yılından 1932’ye dek.
1932’de Şam’a göçtü. Osmanlıların kuruluşundan yaklaşık 150 yıl öncesinden beri
Mardin’de bulunan patriklik, her nasılsa, Cumhuriyet’in 10. yılına varmadan, önce
Humus’a, sonra Şam’a gitti ve orada kaldı.
Süryani Katoliklerinin –ki Vatikan’a bağlılar- patriklik merkezi ise 1920’lerin
başlarında Mardin’den Beyrut’a gitti. ‘Dinlerarası diyalog’, ‘Kültürler
mozaiği’ gibisinden, konu ‘turistik söylem’e ve ‘turistik amaçlı broşürler’in
yazılmasına gelindiğinde mangalda kül bırakmayanlar, Süryanilerin dini
merkezlerinin ‘anavatan’dan niye ayrıldığına, nasıl geri gelebileceklerine kafa
yormadılar.
Niçin?
Bunun cevabının ‘Türk İslamcılar’ın ‘Kemalist ulusalcılık’ın bir türevi
olmasıyla, kendisini bundan sıyıramamış, ‘milliyetçilik’le arasında net
sınırlar çizememiş olmasıyla ilgisi olabilir mi?
Olabilir. Ancak şu sırada daha acil bir durum söz konusu. Süryanilerin en
önemli kültürel miraslarının başında gelen, Midyat yakınlarındaki Mor Gabriel
Manastırı’nın arazisine Hazine yani devlet el koyuyor. Mor Gabriel, Mescid
ül-Aksa Müslümanlar için ne ifade ediyorsa Süryaniler için onu ifade ediyor.
Cevap belli: Yargıtay kararıdır. Yargı bağımsızdır. Yargıya müdahale hakkımız
yoktur.
Siz ne biçim Müslüman bir iktidarsınız? Semavi dinlerin dini merkezlerine bile
‘devletin el koyması’nın arkasına saklanırsanız, sizin ‘Kemalist
ulusalcılık’tan ne farkınız kalır?
Süryanilerin bu ülkenin tarihine nice zenginlik katmış kutsal topraklarını
Hazine’ye geçirmek, insanları kutsal topraklarından göçe zorlamak gibi utanç
verici uygulamalarda topu Yargıtay’a atmak, ‘bağımsız yargı’dan dem vurmak da
sorunu çözmüyor.
Süryaniler, bu ülkenin Ermenilerden sonra, 20 bin kişi ile şu sırada en büyük
gayrimüslim azınlığı. Dünyadaki toplam sayıları 20 milyon. Anavatanlarında kala
kala 20 bin kalmışlar; bunun 15-17 bini ise 1950’den beri geldikleri
İstanbul’da yaşıyor. Kutsal ata toprağında kalan 3-5 bin kişiye de bu devlet,
nefes aldırmayacak; manastır arazisine el koyacak. Ayıp değil mi? Bu nasıl
Müslümanlık?
Ne yapıp edip, bir yolunu bulun; yasa değiştirin, yasa çıkartın, Süryanilere,
Mor Gabriel’e dokunmayın...
Cengiz ÇANDAR
Haber kaynak linki : http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1094021&Yazar=CENGIZ-CANDAR&CategoryID=97#
Günceleme Tarihi 13.07.2012
|
|
|