Fark ettiniz mi bilmiyorum.
Epey zamandır dillerin memleketi Mardin’in aile albümünde resimleri
soluklaşan kadim kültürün; yaşayan her şey karşısında bilge duran dili, mahalli
basının kuytuda kalmış köşesinden, birkaç gün önce toplumsal vicdanımıza göz
kırptı.
“Mardin Artuklu Üniversitesi’nce açılan Süryanice Dil Kursundan 42
kişi mezun oldu.”
Hiçbir telaş taşımayan haber “memlekette iyi şeyler oluyorcular” ın
emir kipi esintili iyi şeylerinden(!) tamamen farklı bilimsel ve sosyolojik bir
“iyi şey” in tanıklığını yapıyordu.
M.Ö. dört bin yıllık mazisiyle kendi anavatanının kültür koridorunda
aksak aksak yürüyen bu dil, üniversite sayesinde kilisenin çatısı altından
çıkartılarak, farklılıkların hoşgörü ve birliktelik doğurduğu medeniyet
kulvarında yol almaya başladı.
Kent sakinlerinin aidiyet ve mensubiyetlerinin belgelendiği haber
fotoğrafında tek bir dil konuşuluyor, tek bir dil işitiliyordu: Mardin
Hayatımızın dekoruna geri dönüp şehre rengini ve tadını veren bu
diyarın temiz, kibar, şehirli kadim dili…
***
“Geçmişten geriye kalanların son kalıntıları olarak değil, Mardin’in
çoğulcu kimliğine farklı anlamlar katan değerlerin bekçisi “olduklarını her fırsatta
dile getiren ‘Süryani Cemaati’ ve ‘Mezopotamya’ coğrafyasının zenginliklerini
su yüzüne çıkartmaya kararlı Üniversitenin temsilcileri ile birlikte, mutlu bir
aile fotoğrafıydı gördüğümüz.
“Mardinlilik”le çerçevelenmiş bu fotoğraf; dinler ve diller şehrinde,
dargınlık yaşıyormuşçasına birbirinden uzak kalmış kültürleri arasında gönüllü
tercümanlık üstlenen Artuklu Üniversitesi’nin,toplumsal birlik ve beraberliğin
tesisi yönündeki takdire şayan gayretlerini de aşikâr kılmaktaydı.
Dokunan dil
Dil bir toplumun güzellik anayasasını yansıtır. Toplumsal ilişkilerin
imlâsı, grameri, dilin yüreğe dokunma biçimi ve kalıplarıyla oluşur.
Sıvazlanan sırt, sıkılan el, yanağa kondurulan öpücük, okşanan saç ve
hitamı “âmin” le biten bütün duaların güzellikleri bu anayasa maddeleri
arasında yer alır.
Ancak ve ancak dokunmakla bakmak arasına gerili olan bu dengede
ustalaşmayı başarabilirsek, toplumsal olgunluğa yakınlaşır, nefretin tedirginliğinde
değil sevginin huzurunda var olabiliriz.
Romantik yaftalamalarımızı bir kenara bırakıp fotoğrafı lütfen iyice
okuyalım:
Yaşayan Diller Enstitüsü’nde çekilen bu resim, bakmamızı istemiyor.
Dokunmamızı bekliyor bizden. Kucaklaşmamızı ve insanlıktan melekliğe terfi
etmemizin mistik çağrısını yapıyor.
Dahası: Mardinli olmamızı istiyor.
Sizce de birbirimizin yüreğine dokunamamışlığımızın üzerinden çok uzun
bir zaman geçmedi mi?
“Mardinli olmadan, Mardin Projesi “ yazımda bu coğrafyanın asli unsuru
olan ‘Mardinlilik’ kavramının söz konusu olmadığı, ruhu müzeleştirilmek istenen
bir toplumun gerçek asaletine rücu edemeyeceğini belirtmiştim.
Süryanileri ve Süryanice dilini, turistik broşürümüzdeki hediyelik
mozaikte bir renk olarak değil, bu toprağın zengin serüveninden çıka bata gelen
aynen bizler gibi Mardin’i var edenler olarak hissetmediğimiz müddetçe bunu
sağlamamız mümkün olmayacaktır.
İtiraf edelim,
Turizm ve yerel yönetici ofislerinin şehri pazarlama jargonunda hala
yer alan, toplum hayatının mazisinde kalmış çan ve ezan seslerinin karıştığı
bir Mardin görmeyeli çok oldu.
Dini ritüele çağrının yanı sıra toplumsal algıda zaman kavramının
parçasını oluşturan, çan ve ezan seslerini kastediyorum.
Dükkânını sabah ezanıyla açan esnafın kapattıktan sonra eve gittiğinde
sofrada hazır bulduğu akşam yemeğinin hazırlıklarına başlanması gerektiği
habercisini veren ikindi vakti çanı.
Müslüman ya da Hıristiyan her Mardinli kadının günlük zaman
yönetiminde yer alan ikindi vakti çanının popüler kültürümüzde tanımı bile
vardı.(1)
Kendilerini bu toprakların gerçek sahibi kabul eden, istediklerini
kapı dışarı etme, istediklerine nostaljik kimlik lütfetmekte beis görmeyen en
barışsever ödülüne oynayanların riyakarlığından tamamen farklı;
Süryanicenin sadece Süryanilerin değil, Mardin’inde lisanı olduğu
fikriyle, hayati enerjimize kattığı kültürel imkanla-Bin Nebi’nin tanımladığı
gibi-topluma yaşattığı "Arşimed anı" için Artuklu Üniversitesi’ne
Mardinli olarak teşekkür ediyorum.
Keşke ucuz siyasetin en tapon örneklerini sergileyen zevat,
dedikodusunu yaptıkları, üniversitenin koltuk ve kanepeleri üzerinde, çaylarını
yudumlayıp değerlenmeyi beklerken, Mardin kültürüne katkıda bulunup küçük bir
mutluluk yaşatabilselerdi.
Bilgiyi siyaset mi şekillendirir dediniz
GEÇİNİZ.
(1) “Bulgur çanı” olarak adlandırılır. Bulgur pilavını akşam yemeğine
hazır etmek için ateşe koymanın en uygun zamanın geldiğini hatırlattığı
şeklinde de tercüme edildiği için bir ad verilmiştir.
Muzaffer PAŞAOĞLU