Süryani hayali, Kürt ve Arap gerçeği...
-
28.6.2009
En son
Erbil’de beraberdik aylar öncesinde. Hasret dindirircesine sımsıkı kucaklaştık.
Vedalaşırken de, kulağım eğildi “Transferleri nasıl buluyorsun?” diye sordu ve
cevabımı beklemeden hükmünü verdi: “İç transferin kaymağını biz aldık!”
Halimizi
gören Neşe Düzel, “Bu manzara kimseye anlatılmaz” dedi gülerek “sürreel bir şey
bu...”
Muhterem
Peder Saliba Özmen, tam 640 yıl Süryani Kadim Kilisesi’nin Patriklik Makamı
olan Deyruzzafaran’a Oxford’dan geldi. Oxford’dan Teoloji doktorası sahibi.
“Böylece” dedim “İbrahim Tatlıses’in Urfa’da Oxford vardı da gitmedik mi
şeklindeki tezi çöktü. Mardin’de Oxford mu vardı. Ama Peder Saliba, Mardin’den
Oxford’a gitmiş işte...”
Önümüzde
Yukarı Mezopotamya’nın uçsuz bucaksız bir okyanus gibi uzanan düzlükleri,
taraça taraça ona doğru inen boz ve çıplak arazinin altından başlayarak
uzanıyor ve bu “kadim” coğrafyayı eşsiz bir gizeme büründürüveriyor. Her
seferinde ne kadar etkilenmişsem, yine aynı yoğunlukta etkileniyorum.
“Efsaneler
coğrafyası”nda, Ne de olsa ölümsüz “Şahmeran efsanesi”nin bir yuvası da burası,
Mardin.
Mardin’in
geceleri gündüzlerinden de revnaklı. Artuklu Türk döneminden kalma 1000 yıla
yakın mazileriyle aydınlatılmış minareler, yukarıda Timur’un bile bir türlü ele
geçiremediği kalesi, aşağıda Yukarı Mezopotamya düzlüklerinden ışıklarıyla karanlıkta
göz kırpan Suriye köyleri.
Günlerdir
Mardin’deyiz. “Mardin’de değişim ve gelecek arayışı” başlıklı sempozyum
vesilesiyle bir gün Midyat’ta, Deyrulumur’da Ayasofya öncesi inşa edilmiş Mor
Gabriel Manastırı’nda, bir başka gün Mazıdağ yakınında, 4 Mayıs’ta kimsenin
çözemediği o feci katliamın yaşandığı Zanqirt (Bilge) köyünde, çoğunlukla
Mardin’in, tarih kitaplarında röliyeflerini gördüğümüz Babil’in asma bahçeleri
gibi üste üste, alt alta sıralanmış taş mekanlarında, daracık mistik
sokaklarında. Zaman nasıl geçiyor bilinmez.
Mardin’de
bulunmak, bir “efsaneler coğrafyası”nda tarihin derinliklerinde gezinmek ve
günümüze bıraktığı hüznü her daim hissetmek demek.
***
***
***
Bu hüzün,
benim için, özellikle Süryani mekanlarında kuvvetle hissedilen bir duygu.
Mardin’i özel ve eşsiz kılan dinler, diller, kültürler ve medeniyetler
dokusunun baskın unsuru Süryaniler ve onlar artık yok gibi.
Mardin
kent içi, esas olarak Arap, egemen dil Arapça. Bir-iki istisnası ile tüm kırsalı
Kürt. Son on yıl içinde, kent içi nüfusta Arap-Kürt oranı dengelenmiş, yaklaşık
yüzde 50-50. Süryaniler ise 75 hane kadar kalmışlar. Oysa Hz. İsa’nın
dilini, Aramice’nin (Süryanice) ana dilleri olan bu topluluk, Mardin’e “kadim”
kimliğini veren ve harikulade birer mimari eser niteliğindeki manastırlarıyla
geleceğin bir “kültür merkezi” ve geleneksel olarak Yukarı Mezopotamya’nın
“merkezi” yapan onlar.
Süryani
Kadim Patriği, cemaati kalmadığı, göçe mecbur kaldığı, 1915’ten nasibini
aldığı, Lozan’da azınlık statüsü sahibi olmadığı ve kimliği hukuki bir yapıya
kavuşmadığı ve bir dizi başka nedenden ötürü, 1932 yılında Şam’a göçmüş.
Bu arada
Hindistan’a 3 milyon, Avrupa’da özellikle 1980’li yıllarda göç etmiş olanlarla
birlikte onbinlerce ve İstanbul’da 15 bin kadar Süryani yaşadığını, kendi
kutsal topraklarında bu sayının 2500 civarında olduğunu öğreniyoruz.
Mardin’i
bir “kültür, dinler ve dillerin buluşma ve hoşgörü merkezi” yapmak için Vali ve
Arap kökenli Belediye Başkanı’nın olağanüstü çaba gösterdiği farkediliyor.
Vali’nin “görsel estetiği bozan her yapı yıkılacak” sloganı ile Mardin’i tüm
kadim güzellikleriyle ayağa kaldırma çabası başlamış. “Mardin’de değişim ve
gelecek arayışı” sempozyumu da bu girişimler zincirinin bir halkası.
Ancak,
Süryaniler geri döndürülemezse, Süryani toplumu ata toprağında ihya olmazsa ve
bunların simgesi olarak Süryani Kadim Patrikliği, Şam’dan Mardin’de, 640 yıl
boyunca olduğu gibi Deyrüzzafaran’a geri getirilmezse, Mardin’in değişimi
gerçekleşmez ve geleceğini arar dururuz.
Benim
gözlemim ve vardığım hüküm böyle.
***
*** ***
Şehir ve
çevresi, 4 Mayıs katliamının travmasını yaşıyor. “Dinler ve dillerin birlikte
hoşgörü içinde buluşma yeri” olarak tüm dünyaya sunmayı tasarladıkları
Mardin’in üzerine düşen o lekeyi silmek, ortadan kaldırmak istiyorlar.
Ne garip
ki, Mardin’in Kürt kırsalındaki Bilge Köyü, giderek bir “acı turizmi”nin mekanı
olmaya yüz tutuyor. Buraya her gelen, bu bölgedeki birçok konu gibi bir
“muamma” haline şimdiden gelen “cinayet zinciri”nin mekanını bir gidip görmek
istiyor. Mardin, bunun üzerine çıkıp, bu lekeyi silmeye gayret ettikçe,
Mardin-Diyarbakır karayolunun yaklaşık yarı mesafesinden içeri 2,5 kilometre
kıvrılınca varılan ve bir vaha gibi yeşil Bilge Köyü, Mardin’in bugününü ve
geleceğini ipotek altına alıyor sanki.
Oysa,
Mardin’de geleceğe yönelik akıl almaz “hayaller”in gerçekleşmesi için kendisi
de bir Arap kökenli Mardinli olan Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Bedii Serdar Omay’ın heyecan verici girişimleri söz konusu. Asıl mesleği
hekimlik olan Hematoloji profesörü olan Rektör, dokuz aylık çocuk üniversitede
“Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü” kurulması için kolları sıvamış, alt yapıyı
hazırlamış. Bunu “Süryanice” ve “Farsça”ya ilişkin benzeri bölümlerin kurulmasını
tasarlayarak yapıyor. Çünkü, Mardin’i, Kadim tarihte olduğu gibi “Yukarı
Mezopotamya’nın Kültür Merkezi” yapmak konusunda hülyası var.
Vali
Hasan Duruer, Sempozyum’un açılışında yaptığı konuşmayı “Hayaller, fikirlerden
daha önemlidir” diye bitirdi.
Sözünü
ettiği hayaller arasında 50 adet butik otel, 10 bin yatak, yılda en az 5 milyon
turist, 2 milyar dolar turizm geliri, Unicef’e üye olmuş, Avrupa Kültür
Başkenti olacak bir Mardin var.
Mardin nüfusunun
yüzde 50’si 18 yaşın, yüzde 68.5’i 30 yaşın altında. Neredeyse İran nüfus
oranlarıyla tıpatıp uyuşuyor. Böyle bir “efsaneler coğrafyası”nda “gerçek”
hayal etmenin ta kendisidir.
Rektör
Prof. Dr. Omay’ın Irak ve Suriye’nin bile çehresine değiştirecek çaptaki
Mardin’i “Yukarı Mezopotamya’nın Kültür Merkezi” haline getirmek hedefi, bunun
için tasarladığı araçlar, çok somut, çok elle tutular, yani gerçek.
Mardin’i
gerçekten “dinler, diller ve kültürlerin kaynaştığı bir hoşgörü merkezi” haline
getirebilmek, Türkiye’yi de kökten ve olması gereken biçimde değiştirebilmenin
“sihirli formülü”nü sunacak.
Ama,
bunun “olmazsa olmaz” şartı ve adeta “turnusol kağıdı” Süryanileri ata
topraklarına, anavatanlarına geri getirmek.
Bunun
için ise, Süryani Kadim Patriği’ni Şam’dan 640 yıl boyunca ikamet ettiği
Deyrüzzafaran’a taşımak gerekiyor.
Niye
olmasın?
Bu bir
“hayal” ise, bu “efsaneler coğrafyası”nın “gerçeği” de bu zaten...
Bu site ;
Mardin Süryani Kadim Deyrulzafaran Manastırı ve Kiliseleri Vakfı Resmi Tanıtım Sitesidir. Başka kurum
ve kuruluşların görüş ve fikirlerini yansıtmaz.