İmzaya açılan uluslararası bildiri bu cümleyle başlıyor.
Sonra çok fazla yadırgamayacağımız tanıklıklarla devam ediyor.
Midyat’ın
dışında özel bir mimarisi bulunan çevresinde ekilip biçilen, verimli
arazileri bulunan manastırın tarihi ise milattan sonra 400 yılına kadar
gidiyor.
Şimdi geliyoruz “tehlike çanlarının” çalma nedenine…
Yaygın
adıyla Deyrul Umur olarak bilinen Mor Gabriel Manastırı’nın çevresinde
yer alan köylerden bazılarının muhtarları manastıra ait araziler
üzerinde hak iddiasıyla ortaya çıkmaya başladı.
Hatta içlerinde o kadar ileri gidenler var ki, manastırın bulunduğu fiziki yeri bile almak istiyorlarmış.
Böyle
şeyler hiçbir zaman “kendiliğinden” başlamaz. Anadolu insanını biraz
tanıyanlar, 1600 yıldır üzerinde tartışma bulunmayan topraklarda
birdenbire “bizim hakkımız” diye ortaya çıkışın altındaki “büyük gücün”
bulunduğunu hemen anlar.
Hak
taleplerinin başında ise ellerinde devletin verdiği silahları taşıyan
korucular geliyor. Koruculuğun bölgeye verdiği zararı anlatmak için
eski OHAL Valisi Ünal Erkan’ın, bir söyleşi sırasında bana takdim
ettiği rakamlar yeterlidir.
Erkan’a, korucuların suça olan yatkınlıklarını sormuştum. O da devletin böyle şeylere kayıtsız kalmadığını anlatmıştı:
-Biz
bugüne kadar (yıl 1994 idi) gasp yapan, silah kaçakçılığı, uyuşturucu
kaçakçılığı yapan, ırza tecavüz eden, soygunculuk yapan 1.000 korucu
hakkında soruşturma başlattık!
Ürpermiştim!.. Devletten maaş alan 1.000 kişilik bir suç ordusunun varlığını bizzat en üst düzey yetkili söylüyordu.
Herkes
çok iyi bilir ki, devlet öyle tek olayla soruşturma açmaz. Soruşturma
açılacak olan kişinin marifetlerinin dallanıp budaklanması lazımdır. Bu
şekildeki olayları göz önüne getirin bir de bunu 1.000 ile çarpın!
İşte size koruculuğun ulaştığı başarının fotoğrafı…
Süryaniler ne diyorlar biliyor musunuz?
-Türkiye bizim anavatanımızdır!
Aynen
bu cümleyle ifade edildi bana… Hem de Süryanilerin dünyadaki en üst
ruhani lideri olan Patrik I. Moran Mor İğnatius Zekas Ayvaz tarafından…
Dünyanın
değişik ülkelerinde yaşayan Süryaniler Türkiye’yi ziyaret ettikten
sonra eş, dost akrabalarına hediye olarak bir avuç toprak götürüyor. Bu
en değerli hediye olarak kabul ediliyor. Patrik Ayvaz, söylemişti bunu
da… Brezilya’da tanık olmuştu bu hediye biçimine.
Süryaniler
o kadar vefalıdır ki, 1915’te “Hıristiyanların katli vacip değildir”
diye fetva veren Savur Şeyhi’nin fotoğrafını Deyrul Zafaran
Manastırı’ndaki ölen Patrikler ve Metropolitler’in fotoğraflarının
arasına asmışlardır. Bunu da kimseye söylemezler. Eğer Celal Başlangıç
gibi dikkatli bir gazeteci fark edip yazmasaydı, biz de
öğrenemeyecektik.
Süryaniler Türkiye’yi iyi anılarla yaşatır.
Süryaniler
bir süredir yaşadıkları ülkelerden dönüp eski köylerinde yeni konutlar
yaparak yerleşmeye başlamışlardı. Nusaybin’e bağlı eski adı Kafro olan
Elbeğendi köyünde rastladığım Yahko Demir, otuz beş yıldır Almanya’da
yaşıyordu. İlk kez 2001’de gelip köyünü görmüştü. Sonra kendince bir
ölçü koymuştu:
-Eğer insanlık kokusu alırsam dönerim!
Yahko 2004’te kendine has biçimde tanımladığı “insanlık kokusunu” hafiften almaya başladığını da sözlerine eklemişti.
Şimdi
sadece manastır altı ayrı “hak davası” ile boğuşurken, tek başına bir
evde yaşayacak olan Yahko’lar anavatanımız dedikleri topraklara
dönebilirler mi?
Süryanilerin tanımladığı bu kokuyu öldürmeyin.
Onların kutsal bölgesi Turabdin insanlık koksun!
NAZIM ALPMAN
Kaynak: www.birgun.net